Burak Mumcu Yazdı I Kent Kültürüne Sınıfsal Bakış | Bölüm 1

0
258

Geçtiğimiz günlerde yeni kurulan Silivri Kültür Sanat ve Edebiyat Topluluğu’nun tanıtım ve basın açıklaması toplantısına katıldım. Kurulan yeni topluluğun değerlendirme konuşmalarının yapıldığı sırada Mehmet Ergün’ün tartışmaya açtığı ve dikkat çektiği çok önemli bir konu oldu; Kent ve kentlilik Kültürü, gerçekleşen göç ve yer değiştirme ile birlikte buna bağlı olarak kentin demografik yapısının değişmesi. Ve nihayetinde yaşanan tahribatlar.

Uzunca bir süredir kent adına yapmak isteyip de yapamadığım, ya da ertelediğim birçok fikrin aslında Silivri’deki kent kültürü ile kentlilerin aidiyeti ile birbirine bağlantılı olduğunu fark ettim. Ben de hepsinden önce Mehmet Ergün’ün belirttiği gibi öncelikle Silivri’de bir Kent Kültürü yaratılması gerektiğini düşünenlerdenim.

Aslında tartışmaya açtığım bu konu Sosyolojinin alanı ancak bir kültürel mirasçı olarak baktığım pencereden bunu anlatmaya çalışacağım. Aslında yapmak istediğim bunu kent ölçeğinde tartışmaya açmak.

Başlamadan önce Kent Kültürüne sınıfsal bir çerçeveden bakmak gerekirse Kent kültürü ve kentlilik aidiyeti, yalnızca mekânın tarihî katmanlarından beslenmez. Aynı zamanda kentte yaşayan farklı sınıf ve sosyoekonomik gruplar arasındaki ilişkilerden de etkilenir. Demografik yapının değişmesi – özellikle de sınıfsal ayrışma boyutunda – kentin kültürel dokusuna hem görünür hem de görünmez zararlar verir.

Bunlardan bazıları Orta ve üst gelir gruplarının merkez semtlere geri dönmesiyle (re-urbanizasyon), kira ve gayrimenkul fiyatları hızla artarak düşük gelirli uzun süreli sakinlerin mahalle kültüründen koparılması, tarihi yapıların “koruma” adı altında elitize edilerek butik işletme, şahsi menfaat ya da kent kültürüne uygun olmayan bir fonksiyonlandırma ile birlikte dönüştürülerek kent belleğine darbe vurulması.

Dar gelirli ailelerin sosyal konut politikası sebebiyle kent merkezinden gecekondu diyebileceğimiz bölgelere itilmesi ile oluşan kamusal kültürel ve alt yapı hizmetlerinden mahrum bırakılarak sosyal izolasyona sürüklenmesi. Kültürel sermayenin tekelleşmesi, kamusal kültürün ticarileşmesi, kamusal hizmet ve tesis erişimi, kamusal ve kültürel erişim haklarındaki sorunlar, katılımcı bütçe ve planlama mekanizmaları, sosyal sermaye ve dayanışma ağı gibi konularda oluşan tahribatlar günün sonunda Kent Kültürü’nü de en başından etkileyen sebepler.

Kent kültürü ve aidiyet, mekânla kurulan bireysel ve kolektif bağların yanı sıra bu bağların kimler tarafından, nasıl ve hangi koşullarda inşa edildiğiyle de şekillenir. Demografik değişim ve sınıfsal ayrışma, kent belleğinin tahrip edilmesine, yerli sakinlerin kamusal yaşamdan dışlanmasına ve kültürel mirasın silikleştirilmesine yol açar. Bu tahribatı onarmak ve önlemek, yalnızca fizikî düzenlemelerle değil; sınıfsal adalet ve katılımcı mekanizmaları derinleştirerek mümkün olacaktır. Silivri’de, çeşitliliği kucaklayan, gelir farklarını gözeten ve insanı merkeze alan bir kentleşme vizyonu; gerçek bir “kentlilik kültürü”nün temellerini atacaktır.

Bugün kent kültürünün olmadığından, kentlilerin kent ile aidiyetlerini kuramadıklarından şikayet ediyorsak ve kent kültürü ile aidiyeti yeniden tahsis etmek istiyorsak bunun sebep ve tanımlarını iyi yapmamız gerekir.

Bu ilk yazıda kent kültürünü sınıfsal bir çerçevede ele almaya çalıştım. Ancak mesele burada bitmiyor. Bir kentin gerçekten yaşanabilir ve paylaşılabilir olması, o kentte yaşayan insanların aidiyet duygusuyla ne ölçüde bağ kurabildiğiyle yakından ilgili. Peki Kent aidiyetini nasıl kuracağız?

Bunu bir sonraki yazı da değerlendireceğim. O zamana kadar ilk yazıyı tartışıyor olmak faydalı olacak.

Herkese selamlar

Burak Mumcu – [email protected]